Dıngıl hava havuzunda Bir karpuz var omuzunda Oruç tutmak çok sevaptır Diyarbakır temmuzunda Aşefçiler çarşısı var Malik Ejder orda yatar Zenginler yerini bilmez Fukaraya çarşı pazar Bit pazarı pazar günü Kurşunlu caminin önü Kullanılmış herşey orda Sanki fukara düğünü Mardinkapı caddesinde Kervan geçer mahlesinde Konaklanıyor kervanlar Deliller hanı önünde Çüngüş Çermik Erganiye Eğil Dicleden Haniye Lice Hazro Kulpu dolaş Çınarda kalsın seneye Sinan Karakaş
1 Haziran 2008 Pazar
9 Mart 2008 Pazar

Öte yandan Fatih Eğitim Kurumları, Milli Eğitim Bakınlığı ile Orman ve Çevre Bakanlığı’nın ortaklaşa düzenlediği 13. Uluslararası INEPO Proje Yarışması’nda 207 proje sergilendi. Türkiye’nin dört bir yanından gelen 85 okulun katıldığı yarışmada Niğde Özel Sungurbey Lisesi 2 farklı dalda Türkiye ikinciliği kazanarak gümüş madalya aldı.
Proje öğretmeni Zeynel Abidin Bütüner ve Mustafa Derin önderliğinde Özel Sungurbey Lisesi yarışmaya 8 proje ve 16 öğrenci ile katıldı. “Bu başarı öğrencilerimizin yaklaşık 1 yıllık çalışmalarının ve emeklerinin ürünüdür” diyerek katkılarından dolayı okul kurucusu Celal Afşar ve okul müdürü Fatih Karağaç’a teşekkür etti.
İstanbul Beylikdüzü’nde düzenlenen yarışmanın sonunda dereceye giren Özel Sungurbey Lisesi öğrencilerine ödüllerini Fatih Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Turgut Balkaş ve İstanbul Milli Eğitim Müdürü Ömer Balıbey verdi.
Çevre-Kimya dalında gümüş madalya kazanan projeyi, Sungurbey Lisesi öğrencileri Hasan Ünlü ve Mustafa Demiray hazırladı.
Çalışmada yakıt pili kullanılarak bir araç modeli oluşturuldu. Araç, yakıt olarak hidrojen kullanıyor ve çevreye zararlı herhangi bir gaz vermiyor sadece su buharı çıkartıyor.
Çevre-Biyoloji dalında gümüş madalya kazanan projeyi ise Sinan Sarıkaya hazırladı.
• YEŞİL AFŞİN Gazetesi,
Sayı:767
* * *
• NİĞDE ANADOLU
HABER Gazetesi,
Sayı: 644
Proje öğretmeni Zeynel Abidin Bütüner ve Mustafa Derin önderliğinde Özel Sungurbey Lisesi yarışmaya 8 proje ve 16 öğrenci ile katıldı. “Bu başarı öğrencilerimizin yaklaşık 1 yıllık çalışmalarının ve emeklerinin ürünüdür” diyerek katkılarından dolayı okul kurucusu Celal Afşar ve okul müdürü Fatih Karağaç’a teşekkür etti.
İstanbul Beylikdüzü’nde düzenlenen yarışmanın sonunda dereceye giren Özel Sungurbey Lisesi öğrencilerine ödüllerini Fatih Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Turgut Balkaş ve İstanbul Milli Eğitim Müdürü Ömer Balıbey verdi.
Çevre-Kimya dalında gümüş madalya kazanan projeyi, Sungurbey Lisesi öğrencileri Hasan Ünlü ve Mustafa Demiray hazırladı.
Çalışmada yakıt pili kullanılarak bir araç modeli oluşturuldu. Araç, yakıt olarak hidrojen kullanıyor ve çevreye zararlı herhangi bir gaz vermiyor sadece su buharı çıkartıyor.
Çevre-Biyoloji dalında gümüş madalya kazanan projeyi ise Sinan Sarıkaya hazırladı.
• YEŞİL AFŞİN Gazetesi,
Sayı:767
* * *
• NİĞDE ANADOLU
HABER Gazetesi,
Sayı: 644
13 Ocak 2008 Pazar
diyarbakir
diyarbakir duze dogru.yar salinir bize dogru.bu hasretlik diner bir gun.dert dolanir saza dogru.diyarbakir onu surlar.icinde bir sevdigim var.ana bugun dugun olsun.guller acsin gulsun daglar.diyarbakir size kalmaz.geceler gunduze kalmaz.bu acilar biter bir gun.devran doner guze kalmaz.diyarbakir onu surlar.icinde bir sevdigim var.ana bugun dugun olsun.guller acsin gulsun daglar....
...MD...
diyarbakir duze dogru.yar salinir bize dogru.bu hasretlik diner bir gun.dert dolanir saza dogru.diyarbakir onu surlar.icinde bir sevdigim var.ana bugun dugun olsun.guller acsin gulsun daglar.diyarbakir size kalmaz.geceler gunduze kalmaz.bu acilar biter bir gun.devran doner guze kalmaz.diyarbakir onu surlar.icinde bir sevdigim var.ana bugun dugun olsun.guller acsin gulsun daglar....
...MD...
9 Aralık 2007 Pazar
KAVANOZ
Zamanın iyi ve üretken olarak kullanıma konusunda zaman zaman kurslar düzenleniyormuş. İşte bu kurslardan birinde zaman kullanma uzmanı öğretmen, çoğu hızlı mesleklerde çalışan öğrencilerine: “Hadi, küçük bir sınav yapalım” demiş. Ve masanın üzerine kocaman bir kavanoz koymuş. Sonra bir torbadan irice kaya parçaları çıkarmış, dikkatle üst üste koyarak kavanozun içine yerleştirmiş. Kavanozda taş parçası için yer kalmayınca sormuş: “Kavanoz doldu mu” Sınıftaki herkes,“Evet, doldu” yanıtını vermiş. “Demek doldu ha” demiş hoca. Hemen eğilip bir koca küçük çakıl taşı çıkartmış, kavanozun tepesine dökmüş, kavanozu eline alıp sallamış, küçük parçalar büyük taşların sağına soluna yerleşmişler. Yeniden sormuş öğrencilerine: “Kavanoz doldu mu?”İşin sanıldığı kadar basit olmadığını sezmiş olan öğrenciler,“Hayır, tam da dolmuş sayılmaz” demişler. “Aferin” demiş zaman kullanım hocası. Masanın altından bu kez de bir koca dolusu kum çıkartmış. Kumu kaya parçaları ve küçük taşların arasındaki bölgeler tümüyle doluncaya kadar dökmüş. Ve sormuş yeniden: “Kavanoz doldu mu?”“Hayır dolmadı!” diye bağırmış öğrenciler. Yine “Aferin” demiş hoca. Bir sürahi su çıkarıp kavanozun içine dökmeye başlamış. Sormuş: “Bu gördüklerinizden nasıl bir ders çıkardınız?” Atılgan bir öğrenci hemen fırlamış: “Şu dersi çıkarttık. Günlük iş programınız ne kadar dolu olursa olsun, her zaman yeni işler için zaman bulabilirsiniz.”
“Hayır” demiş öğretmen. “Çıkartılması gereken asıl ders şu: Eğer büyük taş parçalarını baştan kavanoza koymazsanız daha sonra asla koyamazsınız. Ve tabii, herkesin kendi kendisine sorması gereken soruyu sormuş:
“Hayatınızdaki büyük taş parçaları hangileri? Onları ilk iş olarak kavanoza koyuyor musunuz? Yoksa kavanozu kumlarla ve suyla doldurup büyük parçaları dışarıda mı bırakıyorsunuz?”
Ya biz? Kaya parçalarına öncelik veriyor muyuz?
“Hayır” demiş öğretmen. “Çıkartılması gereken asıl ders şu: Eğer büyük taş parçalarını baştan kavanoza koymazsanız daha sonra asla koyamazsınız. Ve tabii, herkesin kendi kendisine sorması gereken soruyu sormuş:
“Hayatınızdaki büyük taş parçaları hangileri? Onları ilk iş olarak kavanoza koyuyor musunuz? Yoksa kavanozu kumlarla ve suyla doldurup büyük parçaları dışarıda mı bırakıyorsunuz?”
Ya biz? Kaya parçalarına öncelik veriyor muyuz?
26 Kasım 2007 Pazartesi
BİR AŞK HİKAYESİ
Üniversiteli delikanlı Kolejli kıza bir voleybol maçında rastladı.Okul salonundaydı... Tribünsüz, minik bir salon.... Seyircilerle, oyuncular arasında, sahanın çizgisi vardı sadece. O kadar yakındılar... delikanlı, bu tatlı, bu güzel,bu dünyalar şirini kızı ilk defa görüyordu takımda...Hoşlandığını fena halde hoşlandığını hissetti. Az sonra bir şeyi daha hissetti. Kız servis atarken hemen önünden geçti.Göz göze geldiler...kız gülümsedi.Delikanlı,çok popülerdi o yıllarda... kız onu tanımış olmalıydı. Kim bilir, belki kız da ondan hoşlanmıştı. Belki de delikanlı öyle olmasını istediği için ona öyle gelmişti. Set değişip, takım karşıya gidince, delikanlı yerini değiştirdi, o da karşıya gitti.... Üçüncü sette tekrara eski yerine döndü. Kızla gidiş gelişleri fark etmişti galiba. Bir defa daha gülümsedi. Manidar... “anladım” der gibi bir gülümseyişti bu. Delikanlı o hafta boyu hep bu dünyalar şirini kızı düşündü. Pazar gün, sabahın köründe kalktı, erkenden oynanacak maçı, ne maçı canım dünyalar şirini kızı görmek için... Delikanlı artık kızın hiçbir maçını kaçırmıyordu. Dahası...Kolejin her dağılış saatinde, okul civarında oluyordu, onu bir kez daha görmek için... Karşılaştıklarında, hafif çok hafif bir gülümseme, çok minik bir baş eğmesi ile selamlaşır olmuşlardı... Bir defasında, yaptığına sonra kendisi de günlerce güldü... O gün gene tesadüfmüş gibi, okul dağılımı kızın karşısına çıkmış, gülümseyerek selamlamış, sonra arka sokaklara dalıp,yıldırım gibi koşarak,bir blok ötede gene karşısına çıkmıştı.Kız bu defa,iyice gülmüştü. Karşısında, sözü ona ağır ağır yürüyen, ama nefes nefese delikanlıyı görünce. Delikanlı, voleybol takımının kaptanını iyi tanıyordu. Arkadaştılar. Sonunda bütün cesaretini topladı, kaptana açıldı. O kızdan fena halde hoşlanıyordu. Galiba kız da ona karşı boş değildi bir yerde, bir şekilde tanışmaları gerekiyordu. O zamanlar, bu işler böyle oluyordu çünkü. Kaptan “tabi” dedi. “Bu hafta sonu güzel bir konser var. Biz onunla gitmeye karar vermiştik zaten. Sen de gel. Hem konseri birlikte izleriz, hem de tanışırsınız.” “mutluluk işte bu olmalı” diye düşündü delikanlı “Mutluluk işte bu” Ve konser gününe kadar geceleri hiç uyuyamadı. Konser günü de hiç ama hiç unutmadı. O ne heyecandı öyle. Konserin verildiği sinemanın kapısında tanıştılar. El sıkıştılar. O güzel ele dokunduğu anı da hiç unutmadı delikanlı . kaptan, salona girdiklerinde, ustaca bir manevra daha yaptı. Delikanlı ile dünyalar şirini kız yan yana düştüler.İnanamıyordu delikanlı.Onunla nihayet yan yana oturduğuna,onun sıcaklığını hisset- tiğine, onun nefesini duyduğuna inanamıyordu. Biraz önce tanışırken tuttuğu el, bir karış ötesinde öylesine duruyor, delikanlı, sahnede dünyanın en romantik şarkısı söylenirken o an dünyanın bütün şarkıları dünyanın en romantik şarkısıydı ya- o eli tutmak için öylesine büyük bir arzu duyuyordu ki içinde.Ama uzatamıyordu elini işte.Her şey böyle iyi giderken,yanlış bir hareketle, onu ürkütebilece- ğinden, incitebileceğinden öylesini korkuyordu ki. Sonunda dayanamadı, sanki kolu uyuşmuş gibi uzandı. Kolunu kızın koltuğunun arkasına koydu. Kızın omuzuna değil koltuğun üzerine sonra kız arkaya yaslandı. Birkaç saç teli, delikanlının elinin üzerine dokundu. Kalbi yerinden fırlayacak gibi atıyordu genç adamın. Dünyalar şirini kızın saçları eline dokunuyordu çünkü. Konserden çıkarken, kız şakalaştı. “Sizi her maçımızda görüyoruz, alıştık neredeyse. Yarın Adana’da maçımız var. Gözlerimiz sizi arayacak” Hayır, aramayacaktı. Delikanlı o anda kararını vermişti çünkü. Cebinde onu otobüsle Adana’ya götürüp getirecek, hatta öğle yemeğinde bir de Adana kebap yedirecek kadar para vardı. Gece yarısı kalkan otobüse bindi. Sabah erkenden Adana’ya indi. Maç saatine kadar başı boş dolaştı. Salona erkenden girdi, en son sıraya tam servis köşesine en yakın yere oturdu. Takımlar sahaya çıkarken, salondaki en heyecanlı seyirci oydu. Maç filan değildi sebep tabii. İlk sette kız farkında bile değildi onun. Nereden olsun ki. İkinci sette öbür tarafa gittiler Döndüklerinde, üçüncü sette kız fark etti delikanlıyı. Yüzünde çok ama çok şaşkın bir ifade, biraz mutluluk, biraz da gurur vardı sanki.
Ankara’nın hele hele kolejde çok popüler bu delikanlısının onun için ta oralara geldiğini bilmenin gururu. Maç bitti. Kız soyunma odasına, delikanlı garaja gitti. Tek kelime konuşmadan. Konuşmaya gelmemişti ki. Kız “keşke orada olsaydın” demişti. O da olmuştu işte. Hepsi o. Ona o kadar çok şey söylemek istiyordu ki aslında. Bir gün üniversite kantininde gazete okurken, iç sayfalarda bir şiire rastladı. Daha doğrusu bir şiirden alınmış bir dörtlüğe. Söylemek istediği her şey bu dört satırda vardı sanki. Bembeyaz bir kata yazdı o dört satırı. Öğleden sonrayı zor etti, kolejin önüne gitmek için. Kızın karşıdan geldiğini gördü. Koşarak yanına gitti. “Bu sana” diye kartı eline tutuşturdu ve kayboldu ortadan. Kız, Necip Fazıl”ın dört satırını okurken...
“Ne hasta beklerdi sabahı Ve ne genç ölüyü mezar Ne de şeytan bir günahı Seni beklediğim kadar!...”
Ertesi gün öğleden sonra, tarif edilemez heyecanlar içinde kolejin önündeydi genç. kız karşıdan geliyordu. Bu defa yanında arkadaşları yoktu. Yalnızdı. Yaklaştığında işaret etti delikanlıya. Gözlerine inanamadı genç adam. Onu yanına mı çağırıyordu yoksa. Evet, çağırıyordu işte. Kalbinin duracağını sandı yaklaşırken. “Sana bir şeyler söylemek istiyorum” dedi kız. O da heyecanlıydı, belli. “Bak iyi dinle. Dünkü satırlar için çok teşekkürler. Herhalde hissettin, ben de senden hoşlanıyorum. Ama senden evvel tanıdığım birisi daha var.Ondanda hoşlanıyorum ve henüz karar veremedim, hanginizden daha çok hoşlandığıma. Ve de şu anda, onu terketmem için bir sebep yok.” “O zaman karar verdiğinde ve de eğer seçtiğin ben olursam, hayatında başka kimse olmazsa, ara beni” dedi, delikanlı ikiletmeden. Ayrıldı kızın yanından bir daha voleybol maçına gitmeden, bir daha okul yolunda önüne çıkmadan. Bir daha onu hiç görmeden. Yıllarca sonra Levent’in söyleyeceği şarkıda ki Sezen’in sözlerini o o zaman biliyordu sanki. Aşk onurlu olmalıydı. Günlerce, haftalarca, aylarca bekledi. Tıpkı, kıza verdiği o dörtlükteki gibi bekledi. Hastanın sabahı, şeytanın günahı beklediği gibi bekledi. Heyecanlı bekledi. Hırsla arzuyla bekledi.Umutla umutsuzlukla bekledi.Bazen öfkeyle bekledi.Bir gün bir şiir antolojisin- de şiirin tamamını buldu. İki dörtlüktü şiir. İlki kıza verdiği. Bir ikinci dörtlük daha vardı o kadar. O dörtlüğü de bir kartın arkasına dikkatle yazdı. Cebine koydu. Bekleyiş sürüyor, sürüyordu. Okullar kapandı, açıldı. Aylar, aylar geçti. Bir gün delikanlı kızı aniden karşısında gördü. “Günlerdir seni arıyorum”dedi. “Günlerdir seni arıyorum. İşte sana haber. Artık hayatımda hiç kimse yok!” “Yaa” dedi delikanlı. “Yaa” dedi sadece. Kalbi heyecandan ölesiye çarparken, aylardır ölesiye beklediği an gelip çatmışken, ağzından sadece bu ses çıkmıştı. “Yaaaa!” Cebinde artık iyice eskimiş kartı uzattı kıza. “Sana bir şiirin ilk dörtlüğünü vermiştim ya bir gün” dedi... “Bu da sonu onun” Sonra yürüdü gitti, arkasına bile bakmadan...Kız ikinci dörtlüğü oracıkta okurken...
“Geçti istemem gelmeni Yokluğunda buldum seni. Bırak vehmimde gölgeni Gelme artık neye yarar!”
Aradan yıllar, çok ama çok uzun yıllar geçti. Delikanlı bugün hala düşünüyor. O uzun, çok uzun bekleyiş mi öldürmüştü aşkını? Ya da beklerken, ölesiye beklerken hayalinde öylesine bir sevgili yaratmıştı ki, artık yaşayan hiç kimse bu hayali dolduramazdı. O sevgilinin kendisi bile. hayalindekini canlı tutmak için mi, canlısını silmişti yani? Ya da. Ya da. Bir şiirin romantizmine mi kapılmış, Bir delikanlılık jesti uğruna, mutluluğunun üzerinden öylece yürüyüp gitmiş, acaba? Delikanlı bu soruların yanıtını bugün hala bilmiyor.
Ankara’nın hele hele kolejde çok popüler bu delikanlısının onun için ta oralara geldiğini bilmenin gururu. Maç bitti. Kız soyunma odasına, delikanlı garaja gitti. Tek kelime konuşmadan. Konuşmaya gelmemişti ki. Kız “keşke orada olsaydın” demişti. O da olmuştu işte. Hepsi o. Ona o kadar çok şey söylemek istiyordu ki aslında. Bir gün üniversite kantininde gazete okurken, iç sayfalarda bir şiire rastladı. Daha doğrusu bir şiirden alınmış bir dörtlüğe. Söylemek istediği her şey bu dört satırda vardı sanki. Bembeyaz bir kata yazdı o dört satırı. Öğleden sonrayı zor etti, kolejin önüne gitmek için. Kızın karşıdan geldiğini gördü. Koşarak yanına gitti. “Bu sana” diye kartı eline tutuşturdu ve kayboldu ortadan. Kız, Necip Fazıl”ın dört satırını okurken...
“Ne hasta beklerdi sabahı Ve ne genç ölüyü mezar Ne de şeytan bir günahı Seni beklediğim kadar!...”
Ertesi gün öğleden sonra, tarif edilemez heyecanlar içinde kolejin önündeydi genç. kız karşıdan geliyordu. Bu defa yanında arkadaşları yoktu. Yalnızdı. Yaklaştığında işaret etti delikanlıya. Gözlerine inanamadı genç adam. Onu yanına mı çağırıyordu yoksa. Evet, çağırıyordu işte. Kalbinin duracağını sandı yaklaşırken. “Sana bir şeyler söylemek istiyorum” dedi kız. O da heyecanlıydı, belli. “Bak iyi dinle. Dünkü satırlar için çok teşekkürler. Herhalde hissettin, ben de senden hoşlanıyorum. Ama senden evvel tanıdığım birisi daha var.Ondanda hoşlanıyorum ve henüz karar veremedim, hanginizden daha çok hoşlandığıma. Ve de şu anda, onu terketmem için bir sebep yok.” “O zaman karar verdiğinde ve de eğer seçtiğin ben olursam, hayatında başka kimse olmazsa, ara beni” dedi, delikanlı ikiletmeden. Ayrıldı kızın yanından bir daha voleybol maçına gitmeden, bir daha okul yolunda önüne çıkmadan. Bir daha onu hiç görmeden. Yıllarca sonra Levent’in söyleyeceği şarkıda ki Sezen’in sözlerini o o zaman biliyordu sanki. Aşk onurlu olmalıydı. Günlerce, haftalarca, aylarca bekledi. Tıpkı, kıza verdiği o dörtlükteki gibi bekledi. Hastanın sabahı, şeytanın günahı beklediği gibi bekledi. Heyecanlı bekledi. Hırsla arzuyla bekledi.Umutla umutsuzlukla bekledi.Bazen öfkeyle bekledi.Bir gün bir şiir antolojisin- de şiirin tamamını buldu. İki dörtlüktü şiir. İlki kıza verdiği. Bir ikinci dörtlük daha vardı o kadar. O dörtlüğü de bir kartın arkasına dikkatle yazdı. Cebine koydu. Bekleyiş sürüyor, sürüyordu. Okullar kapandı, açıldı. Aylar, aylar geçti. Bir gün delikanlı kızı aniden karşısında gördü. “Günlerdir seni arıyorum”dedi. “Günlerdir seni arıyorum. İşte sana haber. Artık hayatımda hiç kimse yok!” “Yaa” dedi delikanlı. “Yaa” dedi sadece. Kalbi heyecandan ölesiye çarparken, aylardır ölesiye beklediği an gelip çatmışken, ağzından sadece bu ses çıkmıştı. “Yaaaa!” Cebinde artık iyice eskimiş kartı uzattı kıza. “Sana bir şiirin ilk dörtlüğünü vermiştim ya bir gün” dedi... “Bu da sonu onun” Sonra yürüdü gitti, arkasına bile bakmadan...Kız ikinci dörtlüğü oracıkta okurken...
“Geçti istemem gelmeni Yokluğunda buldum seni. Bırak vehmimde gölgeni Gelme artık neye yarar!”
Aradan yıllar, çok ama çok uzun yıllar geçti. Delikanlı bugün hala düşünüyor. O uzun, çok uzun bekleyiş mi öldürmüştü aşkını? Ya da beklerken, ölesiye beklerken hayalinde öylesine bir sevgili yaratmıştı ki, artık yaşayan hiç kimse bu hayali dolduramazdı. O sevgilinin kendisi bile. hayalindekini canlı tutmak için mi, canlısını silmişti yani? Ya da. Ya da. Bir şiirin romantizmine mi kapılmış, Bir delikanlılık jesti uğruna, mutluluğunun üzerinden öylece yürüyüp gitmiş, acaba? Delikanlı bu soruların yanıtını bugün hala bilmiyor.
25 Kasım 2007 Pazar
700 YILLIK ALTIN ÖĞÜT
ŞEYH EDEBALİ’NİN OSMANLI DEVLETİNİN KURUCUSU ve DAMADI OSMAN GAZİ’YE VASİYETİ
Ey oğul, artık Bey’sin!
Bundan sonra öfke bize, uysallık sana.
Güceniklik bize, gönül almak sana.
Suçlamak bize, katlanmak sana.
Acizlik bize, hoş görmek sana.
Anlaşmazlıklar bize, adalet sana.
Haksızlık bize, bağışlamak sana...
Ey oğul, sabretmesini bil, vaktinden önce çiçek açmaz.
Şunu da unutma; insanı yaşat ki devlet yaşasın.
Ey oğul, işin ağır, işin çetin, gücün kula bağlı.
Allah yardımcın olsun...
Güçlüsün, kuvvetlisin, akıllısın, kelamlısın!
Ama; bunları nerede, nasıl kullanacağını bilmezsen sabah rüzgarında savrulur gidersin.
Öfken ne nefsin bir olup aklını yener.
Daima sabırlı, sebatlı ve iradene sahip olasın!
Dünya, senin gözlerinin gördüğü gibi değildir. Bütün bilinmeyenler fethedilmeyenler, görünmeyenler, ancak sen faziletli ve ahlaklı olursan gün ışığına çıkacaktır.
Ey oğul! Ananı, atanı say !
Bereket büyüklerle beraberdir.
İnancını kaybedersen, yeşilken çöllere dönersin.
Açık sözlü ol ! Her sözü üstüne alma!
Gördüğünü görme ! Bildiğini bilme”
Sevildiğin yere sık gidip gelme !
Ey oğul ! Üç kişiye acı:
Cahil arasındaki alime, zenginken fakir düşene ve hatırlı iken itibarını kaybedene.
Ey oğul ! unutma ki,yüksekte yer tutanlar, aşağıdakiler kadar emniyette değildir.
Haklıysan mücadeleden korkma.
ŞEYH EDEBALİ’NİN OSMANLI DEVLETİNİN KURUCUSU ve DAMADI OSMAN GAZİ’YE VASİYETİ
Ey oğul, artık Bey’sin!
Bundan sonra öfke bize, uysallık sana.
Güceniklik bize, gönül almak sana.
Suçlamak bize, katlanmak sana.
Acizlik bize, hoş görmek sana.
Anlaşmazlıklar bize, adalet sana.
Haksızlık bize, bağışlamak sana...
Ey oğul, sabretmesini bil, vaktinden önce çiçek açmaz.
Şunu da unutma; insanı yaşat ki devlet yaşasın.
Ey oğul, işin ağır, işin çetin, gücün kula bağlı.
Allah yardımcın olsun...
Güçlüsün, kuvvetlisin, akıllısın, kelamlısın!
Ama; bunları nerede, nasıl kullanacağını bilmezsen sabah rüzgarında savrulur gidersin.
Öfken ne nefsin bir olup aklını yener.
Daima sabırlı, sebatlı ve iradene sahip olasın!
Dünya, senin gözlerinin gördüğü gibi değildir. Bütün bilinmeyenler fethedilmeyenler, görünmeyenler, ancak sen faziletli ve ahlaklı olursan gün ışığına çıkacaktır.
Ey oğul! Ananı, atanı say !
Bereket büyüklerle beraberdir.
İnancını kaybedersen, yeşilken çöllere dönersin.
Açık sözlü ol ! Her sözü üstüne alma!
Gördüğünü görme ! Bildiğini bilme”
Sevildiğin yere sık gidip gelme !
Ey oğul ! Üç kişiye acı:
Cahil arasındaki alime, zenginken fakir düşene ve hatırlı iken itibarını kaybedene.
Ey oğul ! unutma ki,yüksekte yer tutanlar, aşağıdakiler kadar emniyette değildir.
Haklıysan mücadeleden korkma.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)